Kendisi Zengin, İşi Fakir Patronlar
Zengin Olan Şirket Olmalı.
Sahibi zengin olup kendisi fakir olan şirketin nefesi çabuk tükenir. Sermayesini servet yapan patron soba ateşine çıra olur.
Yukarıdaki sözler Ülker'in kurucusu büyük işadamı rahmetli Sabri Ülker'e ait ve kendi işini yapan herkesin kulağına küpe olmalı. Bu sözler aslında büyük bir Türkiye gerçeğini de ortaya koyuyor. Çünkü bizim ülkemizde şirketlerin çoğunda patronlar zengin ancak firmaları fakirdir.
Senaryo genelde şöyledir. Kendi işini kuran orta halli girişimci para kazanmaya başlayınca ilk olarak kiradan kurtulmak ve kendini garantide hissetmek için bir ev alır. Halen para kazanmaya devam ediyorsa gelecekte yaşlılık günlerini garantiye almak için "kirasını alırım" diye düşünüp ikinci evini de alır. Mümkünse iş yeri kirasından kurtulmak için bir de ofis veya dükkan alır.
Artık para kazanmaktadır. Bir arabası olmasın mı? Gider kendine bir araba alır. Zaten arabası varsa, gider daha iyisini alır.
Karısı " iyi bir yerde ailecek güzel bir tatil bizim de hakkımız değil mi" der. Böylece, 5 yıldızlı bir tatil köyünde tatil rezervasyonu yapılır.
Kendini garantiye almak, iyi yaşamak veya hava atmak. Sebebi çeşitli olmakla birlikte işten gelen para işe yatırılmaz da, daha çok özel harcamalarda veya özel mülk edinmekte kullanılır.
İşte bu duruma dikkat çeken Sabri Ülker diyor ki tekrar edelim: " Zengin olan şirket olmalı. Sahibi zengin olup kendisi fakir olan şirketin nefesi çabuk tükenir. Sermayesini servet yapan patron soba ateşine çıra olur."
Sabri Ülker'in o kadar zengin olmasına rağmen 1980'li yıllara kadar mütevazı bir evde kirada oturduğu söylenir. Tabi yukarıda örneğini verdiğimiz şekilde kazandığı paralarla hemen ev alsaydı, araba alsaydı, lüks bir yaşam sürmeye başlasaydı Ülker gibi bir dev işletme yaratılabilir miydi?
İşletmeler için sermaye çok önemli. Hele ki içinde bulunduğumuz kapitalist düzende. Hele ki sık sık ekonomik krizler yaşayan ve daha nice krizlere gebe olan ülkemizde.
Sermayesi güçlü olan şirket krizleri rahat atlatır. Piyasada esen en ufak rüzgarda oraya buraya savrulmaz.
Sermayesi güçlü olan şirket projelerini daha rahat hayata geçirir. Sadece kriz zamanlarını rahat atlatmakla kalmayıp fırsat zamanlarını da iyi değerlendirecek gücü olur. Kolayca aksiyon alabilir.
Sermayesi güçlü şirketin itibarı olur. Pazarlık gücü olur.
Karşı Görüşler
Finansman ve Bankacılık Açısından Karşı Görüş.
Bir girişimde bulunacaksınız ve bunun finansmanı için bankadan kredi almak istiyorsunuz. Bilançolarınız güzel. Depolarınız malla dolu. Fakat bankaya müracaatınız olumlu sonuçlanmıyor. Oysa size veya işletmenize ait gayrimenkuller olsa onları ipotek edip rahatlıkla kredi alabileceksiniz. Yani bankalar bile sizin işinizde ne kadar iyi olduğunuzla değil, kredinin geri ödenmemesi durumunda riski ortadan kaldıracak mülke sahip olup olmadığınızla ilgileniyorlar. Deponuzdaki malınız, makine ve teçhizatınız, güzel bilançolarınız tamamen önemsiz değil ama bunlar sadece destekleyici. Kredi için ise yetersiz.
Deneyimler Açısından Karşı Görüş
Uzun yıllar Tahtakale'de esnaf olan Kayseri'li bir tedarikçimizle sohbet ederken şunları söyledi.
- Tahtakalede bir Kayserililer, bir Antalya'lılar örneğini vereceğim. Kayserili, alır satar, kazanır, kazandığını işine yatırırdı. Kazandığını işe yatırınca işler büyüdü. Depolar mal doldu. Depoda mal çok olunca bunları satabilmek için fiyat kırdılar. Kar marjları düştü. Depoda mal çok olunca, satılsın diye her önüne gelene mal verdiler. Paralarını alamadılar, senetler tahsil edilemedi. Halbuki Antalyalı'lar öyle yapmadı. Genelde saat işini onlar yapardı. Bu Antalya'lılar kazandıklarının az bir kısmını işe ayırırlar, geri kalanıyla ha bire gayrimenkul alırlardı. Şimdi ne oldu? Antalyalı'nın hiç çalışmasa her ay dünya kadar kirası geliyor, en güzel yerde tatilini yapıyor. Bizim Kayserili halen üç kuruş karla mal satmaya uğraşıyor.
Tabi bu arkadaşın görüşünde özellikle 2008'den itibaren gayrimenkul sektöründeki rantın etkisi büyük.
Peki sen ne diyorsun diye soracaksınızdır.
Ben ne yaptığımı şöyle bir gözümün önüne getirince, yıllarca kirada oturan bir memur ailesinden geldiğim ve kiradan çok çektiğimiz için, önce oturduğum evimi almışım.
Benim gibi emekli bir polis çocuğu olan ünlü şovmen Beyaz da bir anısını anlatırken aynen böyle yaptığını anlatıyordu. "Para kazanmaya başladım ve hemen gidip Mecidiyeköy'den ev aldım. Niye Mecidiyeköy'den aldım? Çünkü o zaman Kanal D'de program yapıyorum ve Kanal D'nin yeri de Mecidiyeköy'deydi. Ev işe yakın olacak anlıyacağınız :) "
Valla zihniyet aynı. Ben de biraz para biriktirince İstoç'ta bulunan işyerime yakın Mahmutbey Caddesinden ev almıştım. Demek ki bizim gibi dar gelirli ailelerden gelenlerde bu oluyor. Evimi aldığım yılı hatırlıyorum da o evin fiyatının üçte biri kadar da depomda parası ödenmiş malım vardı. Demek ki 1 işime, 3 eve yatırmışım. Gerçi bizim iş, E-ticaret olduğu için genelde tedarikçinin stoğunu satarız. Bu yüzden sermaye yoğun bir işimiz yoktu. Ama olsaydı da maalesef ben de önce kendine bir ev, sonra mümkünse kendine ait bir işyeri ve sonra ikinci evi de alıp kiraya ver şeklinde ilerleyip kendini garantiye alan tarafta olurdum. Çünkü çocukluğun ve gençliğin yokluklarla geçmiş. Gelirken iyi de gelmediği günler ne yaparız endişesi oluyor. Kendi evin, kirada bir daha evin ve kendi işyerin olunca hem para kazanamayacağın günler gelirse en azından ev kiran ve işyeri kiran olmaz, hem de iyi kötü bir kira gelirin olur diye düşünüyorsun. Bunları yaptıktan sonra halen para kazanabiliyorsam işte bundan sonrasını artık tamamen işe yatırabilirim diyorsun.
Tabi bunun cevabını verirken içinde bulunduğun ekonomik trende de bakmak lazım. Benim bu yazıyı yazdığım 2017 yılından bir 10 sene geriye gidecek olursak, bu 10 yıllık zamanda gayrimenkullerin zirve yaptığı bir dönemden bahsediyoruz. 200.000 TL ye aldığın bir mülk bir sene sonra ikiye katlayabiliyordu. Dünyada paranın en bol ve faizlerin düşük olduğu bir dönemdi. Konut kredilerinin çok ucuz olduğu ve çok prim yapabilecek projelerden uzun vadelerle küçük ödemelerle mülk sahibi olunabilecek bir dönemdi. İki üç yıl dişini sıkabilir sonra projeyi teslim aldığında kiraya verebilirsen neredeyse kalan kredinin tamamının kiracı tarafından ödenebileceği altın bir dönemdi. Ne üretim yapsan, ne de alıp satsan, başka bir sektörde bu kadar kazanç yoktu. Bu dönemin belki de en büyük eleştirisi, üretecek olan, yatırımda bulunacak olan insanları dahi "
gayrimenkul al otur, iş yapma" yönlendirmesi hakkında olacaktır.
Neyse konumuz gayrimenkul rantı değil. Demek istediğim, içinde bulunulan ekonomik koşulların durumu da bu sorunun cevabında önemli. Belki de Sabri Ülker'in bisküvi işine girdiği yıllarda bir markaya yatırım yapmak ve üretmek önemliydi. Şu anda başlayan bir iş adamı için acaba bisküvi üretimine para yatırmak mı, yoksa kendine prim yapacak yerlerden gayrimenkul almak mı daha akıllıca?
Konu Resmi İçin Teşekkür (Thanks For The Image): Andrea Piacquadio on Pixabay