90 lı yıllarda tanıştığımız internetin o zamanlarında Türkçe içerik bulmak oldukça zorken şimdi neredeyse istediğimiz her tür bilgiye internet üzerinden ulaşabiliyoruz. Sosyal medya, bloglar ve forumlar bilgiyi paylaşmayı da bilgiye ulaşmayı da kolaylaştırıyor. Tabi burada doğru bilgiyi ayırt edebilmek de önemli çünkü internet üzerinde yayınlanan yanlış bilgi kopyalanarak virüs gibi yayılabiliyor.
Ben sıklıkla bilgi için internete baş vuranlardanım ancak kaliteli sitelerden ve konunun uzmanlarından bilgi edinmeye özen gösteririm. Bilgi güçtür ancak yanlış bilgi de çok tehlikelidir. Bulduğum bilgileri yeterli bulmazsam konunun uzmanlarının kimler olduğunu araştırır ve onlarla yazışarak bilgi almaya çalışırım. Tabi burada üslup da çok önemli.
İnternet üzerinden bilgi paylaşmak da bilgi edinmek de güzel ancak bazı bilgiler meslek sırrı mahiyetinde. Bu ince çizgiye dikkat etmek ve meslek sırrı olabilecek bilgilerin ifşa edilmesinden sakınmak gerektiğini düşünüyorum. Bazı insanların ise kendi meslekleri söz konusu olduğunda oldukça ketumken başkalarının meslek sırlarını internet üzerinden paylaşmak hususunda ise çok cömert olduklarını görüyorum.
Oyuncu Tarık Akan bir röportajında şöyle diyordu: "Kalamarın nasıl pişirileceğini pek kimse bilmez. Bir Ege kasabasında bu işin ustası bir Rum lokantacı vardı ve nefis kalamar yapardı. Bu lezzetin sırrını da kimselere söylemezdi. Bir gün ben ona sordum. Hiç kimseye söylemeyeceğime dair benden söz aldı ve bana iyi kalamarı nasıl pişireceğimi tarif etti. Ben de bunu diğerlerine anlattım, şimdi Ege de benim sayemde pek çok lokantada çok güzel kalamar yeniyor."
Tarık Akan röportajında bunu gülerek anlatıyor ama her ne kadar tüketici olarak bu lezzetin diğer Ege lokantalarına yayılmasından hoşnut olsak da kendimizi o lokantacının yerine koyduğumuzda çok ayıplayacağımız bir durum bu. Çünkü o kendi işinde diğerlerinden daha iyi olacak, müşteri çekecek bir yol bir yöntem bulmuş, belki bunun için günlerce ve aylarca denemeler yapmış, belki babadan dededen öğrenmiş, her ne ise, diğer rakiplerine karşı üstünlük sağlayacağı bir meslek sırrı keşfetmiş ve bu sayede para kazanıyor. Sen kalk ünlü olmanın karşı tarafta uyandırdığı güven ve sempati sayesinde bu sırrı öğren ve sonra diğer rakipleriyle paylaş. Oldu mu ya?
Karaköy'deki baklavacı Güllüoğlu'nda yediğiniz baklavalar damak çatlatacak cinstendir. Ama Güllüoğlu'nun baklavalarının bu lezzeti sırdır ve kimseye vermez. Coca Cola'nın formülü gizlidir ve kimseyle paylaşılmaz. Hatta eski bir Coca Cola çalışanı bu sırrı para karşılığında Pepsi Cola'ya satmayı teklif etmişti de Pepsi bunu kabul etmeyerek durumu Coca Cola'ya bildirmişti. (İşte etik ve centilmence rekabet bu olsa gerek.)
Türkiye'de patent ve faydalı model kavramları ile Fikri ve Sınai Mülkiyet Hukuku çok bilinmiyor. Gelişmiş ülkelerde ise çok etkin bir şekilde kullanılıyor. Sizi işinizde diğer rakiplerinizin önüne geçirecek bir buluş veya farklı bir yöntem bulduğunuzda patent veya faydalı model olarak tescil ettirerek sizden başkasının izniniz olmadan bunu kullanmasını önleyebilirsiniz. Bunu ayrı bir konu olarak sonraya bırakalım ve yine internet üzerinde bilgi paylaşmanın meslek sırlarını ifşa etmesi meselesine dönelim.
80'li yıllarda hatırlarsanız ülkemizde tekstil üretimi patlama yapmıştı. Sonra bu işteki gücümüzü de kaybettik. Bir tekstilci arkadaşım şunu diyor. "Bir yabancı müşteri gelirdi, bizimkiler onu alır kumaş üretiminden boyamaya, dikimden ütü pakete kadar her yeri gezdirirlerdi. E tabi hava atmayı seven bir toplumuz, illa ki tesisini onlara gösterecek. Sonra ne oldu? O adamlar bizim tesisleri geze geze işi öğrendiler sonra gidip Çin'de, Pakistan'da bu tesisleri kurdular ve daha ucuza mal ettirmeye başladılar. Şimdi bize sipariş vermek yerine oralarda ürettiriyorlar."
Avrupa'da, Amerika'da firmaların toplantı odalarından öteye gidemezsiniz. Üretim bölümlerine adım attırmazlar. Çünkü bilginin güç olduğunu uzun zaman önce öğrenmişlerdir. Bilgi vermezler veya saklayamayacakları bir bilgiye eriştilerse de patentini veya faydalı model korumasını alırlar. Bugün pek çok büyük firmaya baktığımızda gelirlerinin önemli bölümünün kendi üretim ve satışlarından değil de lisans veya patent gelirlerinden geldiğini görürüz. İşte biz de öyle olmalıyız.
Türkiye 80'li yıllarda Özal zamanında 'Know How' deyimi ile tanıştı ama yıllar içinde bunu ileriye taşıyamadı. Nedir Know How? Kısaca, nasıl yapılacağını bilmek ve bu bilgiyi satmak veya kiralamak suretiyle kazanca dönüştürmektir. Gördüğünüz gibi ayrı bir deyimi bile var. Bilgi güçtür, bilgi emek ister ve bunun da bir karşılığı olmalıdır. Hele ki bu bilgi ticari olarak kullanılıyorsa.
Geçtiğimiz yıl 7x24online.com adıyla ajans işlerine başladık. Web tasarımı, programlama, e-dönüşüm, B2B gibi konularda hem üretim hem de danışmanlık veriyoruz. Bazı müşterilerimiz her şeyi kendileri yapmak istiyor. Müşterilerimizin çoğu tedarikçilerimizden oluşuyor ve bizden bilgi almak istiyorlar. Tabi yılların verdiği bir samimiyet de var. Bazılarını kırmamak için nasıl fotoğraf çekileceğini, Photoshop'un nasıl kullanılması gerektiğini anlatıyoruz. Ama bunu yapmamaya karar verdim. İş, 'bize de web tasarımı yapmayı öğret' demeye kadar gitti. Bu yanlıştan dönmeye karar verdim.
Pek çok ajansta çalışma şeklinin şu olduğunu görüyorum. Müşteri bir katalog veya dergi mi yaptıracak. Müşteri ve tasarımcı yan yana oturuyor, müşteri söylüyor tasarımcı yapıyor. Buna karşıyım. Müşterinin yeri resepsiyon veya toplantı odasından öteye geçmemelidir. Üretim yeri müşterinin yeri değildir. Bu bence her işte böyle olmalı.
Her Telden 28.10.2011 6417
Van depreminde yaşananlardan ders alabilir ve sorunların tekrarlanmaması için bu sorunları ve çözümlerini kayıt altına alır ve uygulayabilirsek sonraki felaketleri daha acısız atlatabiliriz
İş Dünyası 29.10.2020 1302
Hem güldüren hem düşündüren bir fıkra ile telif haklarının bu kadar genişletilmesinin ve kötüye kullanılmasının insanlığı ne hale getirdiğini görmek ister misiniz?
Her Telden 30.08.2020 1662
Bu güzelin adı Karam. Dikkat ettiyseniz Karam'ın sağ ön ayağı yok. Karam daha minicikken yağmurlu bir günde kendine sığınacak bir yer arıyor. Bir arabanın altını gözüne kestiriyor. Tamam yağmurdan kurtuldu ama altından sular akmaya devam ediyor. Bir iki sıçramayla girebileceği loş ve kuru bir yer buluyor. Ne bilsin bunun dört ayağını da kullanarak yaptığı son sıçrayış olacağını.