Böyle Giderse, Gelecekte Uçan Kelleler Büyük İşadamlarının Olacak
Piyasalar birer birer büyük şirketlerin eline geçerken, küçükler de ortadan yok olup gidiyor. Küçük işletme sahipleri ya işini büyüklere satmak veya kapatmak zorunda bırakılıyor. Kapanan iş yerlerinin eski sahiplerinin ise büyüklerin yanında yönetici veya işçi olarak çalışması isteniyor. Düşünen ve akıl sahibi kişiler için bu, durup üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir konu. Hele ki küçük veya orta ölçekli bir işletme sahibiyseniz, geleceğiniz açısından bu duruma biraz kafa yormalısınız.
Bunun yüzlerce örneği bulunmakla birlikte size sadece 3 örnek vereceğim.
Büyük teknoloji market zincirlerinden (bu yazının yazıldığı sırada 45 mağazası vardı ve mağaza sayısını kısa sürede 100´e çıkarmayı planladığını belirtiyor) Vatan Bilgisayar´ın sahibi Hasan Vatan´ın kendi kitabındaki şu cümlesine dikkat çekmiştim. "Küçük bilgisayarcılar kapatsın bize gelsinler. 3-5 kişi yönetme becerisine sahipler. Bizim mağazalarımızda onlara iş verelim, reyon yöneticisi olsunlar."
İkinci örneğimiz hepsiburada.com un genel müdürü Yenal Gökyıldırım´dan. e-ticaret piyasası için diyor ki "Bir sonraki aşama konsolidasyon. Yani ufak tefek olanların birleşmesi ya da büyüklerin himayesine girmesi olacak." Yani işlerini büyük bir gruba satıp küçük bir hisse veya onu da bulamayıp sade bir maaşla yetinecekler. Kısaca onlar da işçi olacak.
Son örneğimiz Sabancı Grubu´nun Perakendeden sorumlu başkanı Haluk Dinçer´den. Haluk Dinçer, Sabancı grubu içindeki CarrefourSA, TeknoSA, DiaSA gibi perakende zincirlerinden sorumlu. Teknosa´nın şu anda 274 mağazası bulunuyor. DiaSA´nın ise 1100 marketi var. Haluk Dinçer, Capital dergisinin Nisan 2012 sayısında şunu söylüyor. " 2005 yılında Gima´yı ve Endi´yi aldık. Daha sonra küçük yerel işletmeleri satın aldık. En son 2010´da Alpark´ı aldık. Ondan önceki yıl Samsun´da Pınar marketler zincirini satın almıştık. Yani böyle irili ufaklı operasyonlarımız devam ediyor. Zaten pazardaki gidişat ta bu yönde. Muhtemelen küçük ve yerel zincirler belli aşamalarda büyük zincirler tarafından satın alınacak. Biz de bu stratejiyle yola devam edeceğiz.
Bu 3 örnek te piyasaların nasıl büyüklerin eline geçtiğini gösteriyor. Verdiğim örnekler perakende sektöründen ancak diğer sektörlerde de durum bundan farklı değil. Örneğin imalat sektörü. Sadece büyük Türk firmalarıyla değil, dünya ile rekabet etmek durumundasınız. Örneğin Çin malları yüzünden kapanan yüzlerce imalatçı var. Tekstil sektörümüz de farklı değil. Basın yayın ve televizyon gibi sektörler zaten devlerin elinde. Ya inşaat sektöründe durum farklı mı?
Büyük balık küçük balığı yer. Piyasalar büyükten yanadır. Bu sözler kapitalizmin altın sözleridir. Kapitalistler kendilerinin efendi sizin çalışan olduğunuz bir düzen isterler.
Düzeni Bilmek, Bugünü Yorumlamanın En İyi Yolu
Kapitalizmin ruhunu anlamak için size minik bir örnek vereyim.
1994 yılında Ağrı Patnos´ta askerlik yaparken bir gün yemekhanede öğle yemeğindeydik. Yemek masaları altışar kişilik. Masada 6 asker oturuyoruz. O gün de karavanada etli bir yemek çıkmış. Bu yemek ortadaki ortak tabağa konuyor. Dağıtımı yapan asker masadaki 6 kişi için birer tane et koymayı ihmal etmiyor. O sırada Z.P. adında, İstanbulda büyük bir holdingte yöneticilik yapan, kısa dönem bir asker var. Nöbetçi subay afiyet olsun deyip te yemeğe başlandığında bu adam ortadaki tabağa saldırıyor. Ortak tabaktaki tüm etleri tek tek seçip mideye indiriyor. Bunu görünce tepem atıyor. "Bu masada altı kişiyiz, tabağa da altı tane et kondu sen nasıl hepsini alırsın diyorum." O ise bundan daha doğal bir şey yokmuşçasına "-Size mi bırakacaktım" diyor. İşte kapitalizmin ruhuna dair en anlaşılır örneklerden birine bu sayede tanık oluyorum.
Bir tabakta, adil şekilde herkesin payına bir şey vardır. Kapitalist ise hepsini almaya çalışır. Diğerleri aç kalsın, ölsün, gebersin, kendi çıkarına dokunmadıktan sonra umurunda değildir.
Günümüzde pazarlar ve piyasalar da öyledir. Kapitalist, aç değildir, ancak doymak ta bilmez. Millet ekmek derdindeyken onun derdi piyasa lideri olmak, number-one olmaktır. Ekmek derdi değildir derdi, onun derdi herkesten üstün olmak, doymak bilmeyen hırsıyla her şeye hükmetmektir. Aslında paylaşmayı bilmeyen, her şey sadece onun olsun isteyen, herkes önünde eğilsin isteyen hasta ruhlu kişidir kapitalist. Yedi sülalesini miltü milyarder olarak geçindirecek kadar servetleri vardır, bununla yetinmez, iki kuruşluk mal satıp evine ekmek götürecek olan esnafın ekmeğine de göz dikerler.
Bugünü Anlamak, Geleceği Görebilmek İçin Geçmişi Bilmek Gerekir.
Arkadaşlar, tarihi sevmeyebilirsiniz. Anca bugünü anlayabilmek ve geleceği görebilmek için geçmişi de bilmek gerekir. Bugün gelinen noktayı kısaca ve sizleri sıkmadan tarihsel dönüşüm içinde ele alalım. Benzerlikler sizi şaşırtacaktır.
Filmlerde, dizilerde görmüşsünüzdür, eskiden kölelik denen bir düzen vardı. Bu köleler zorla çalıştırılırdı. Kendilerine ait köle barakalarında çok kötü şekilde yaşarlar, çalışma yerlerine kırbaçlanarak götürülürler ve ömürlerini efendileri için çalışarak geçirirlerdi. Ne bedenlerinin ne yaşamlarının bir önemi yoktu. Efendilerinin tek bir sözü ile öldürülmeleri bile mübahtı. Dünya tarihinde bu durumun Roma İmparatorluğu´nun yıkılışına kadar devam ettiğini görürüz.
İhtişamlı Roma´da merkezi yönetimin güç kaybetmesi ve sonrasında da imparatorluğun yıkılmasıyla zor duruma düşen efendiler çareyi köle satışında veya yine kendileri için çalışmak şartıyla kölelerine özgürlük vermekte buldular. Merkezi yönetimden kopan büyük toprak sahipleri bu sefer feodalizm dediğimiz sistemi başlattılar. O zamanlarda tek zenginlik kaynağı topraktı. Bu sistemde yine bir efendiye ait toprağı işleyen ´serf´ adını verdiğimiz kölenin biraz daha hallicesi bir sınıfa rastlıyoruz. Serfler toprağı efendileri için işler, ürettiklerinden sadece kendi geçimlerini sağlayabilecek minik bir kısmı alırlar ve gerisini efendilerine bırakırlardı.
Bu durum da sanayi devrimine kadar sürdü. Sanayi devrimi ile toprak tek ve en büyük üretim aracı ve zenginlik kaynağı olmaktan çıktı. Çalışmak için tarlaların yerini fabrikalar, feodalizmdeki derebeylerinin yerini ise kapitalist beyefendiler aldı. Önce köle, sonra serf adını alan sınıf ise burada işçi oldu. Eskiden çalışma yerine kırbaçla götürülen köleler, serfler döneminin son zamanlarında tarlalara traktörlerle götürülür oldular. Şimdilerde ise servis arabaları ile götürülüyorlar. Doğrusu kırbaçtan servis arabasına oldukça lüks bir geçiş olmuş :)) Ama düzenin mantığında değişen bir şey olmamış.
Hani adam demiş ya: "Bu düzen değişmeli, bu düzen değişmeli.
Düzen değişse ne olur? Düzülen biz olduktan sonra."
1994 yılında Şirinevler´de oturuyorduk. O zaman yollar böyle değil. Kışın çamur içinde. Çalıştığım iş yerine gitmek için sabahın köründe kalkıp, önce Şirinevler E5 üzerindeki durağa kadar yaklaşık 500 metre yürüyorum. Oradan Topkapı´ya otobüs-minibüs. Topkapı´dan tramvaya binip Sirkeci´de çalıştığım işyerine gidiyorum. Ne belediye otobüsü ne de tramvay, öyle Vatan Şaşmaz´lı İ.E.T.T. Reklamı gibi değil. Balık istifi durumda gider gelirdik. En çok neye özenirdim biliyor musunuz? Bizim patron saat 10 gibi iş yerine gelir. Ütülü pantolonu gıcır gıcır. Ayakkabıda ise bırakın çamuru, zerre kadar toz bile yok. Adam, Yeşilköy´deki lüks evinin önünden gıcır gıcır arabasına biniyor, iş yerinin önünde iniyor. Üzerinde Beymen takım elbise.
Hadi ben bu durumdan yırtmış görünüyorum. Bu bloğumda da zaten bir emekli memur çocuğu olarak atıldığım iş yaşamında Türkiye´de ne zorluklar yaşadığımdan yeri geldikçe bahsederek aynı yoldan geçeceklere ışık tutmayı amaçlıyorum. Şimdilerde belediye otobüsü kullanmıyorum. Öyle lüks araba merakım hiç olmadı. Ticarethanemizde lazım olan bir Opel Combo´muz var onunla gidip geliyorum. Ancak her sabah işe giderken yine o belediye otobüsü içinde tıklım tıkış insanları görüyorum ve üzülerek şunu düşünüyorum. Değişen hiçbir şey yok. Biraz daha şanslı olanlar hiç olmazsa oturacak yer bularak ve rahat bir şekilde servis arabalarıyla gidiyorlar. Ama pek çoğu halen eskiden traktörlere doldurulup tıklım tıkış bir şekilde tarlalara çalışmaya götürülen işçiler gibi, şimdi de artık bir kişi daha almamacasına doldurulan belediye otobüsleri ile çalışma kamplarına, pardon iş yerlerine götürülüyor. Haa bu arada artık kırbaçla veya zorla değil kendileri gidiyorlar. Çünkü ya işsiz ve aç kalacaklar veya bu gayri insani şekle ses etmeyip işe gidecekler. Düzen onları bu şekilde aç ve işsiz kalma ile, gayri insani şekilde işe gitmek arasında bir seçime zorluyor.
Kapitalistlerin yarattığı bu düzende iki seçeneğiniz var. Ya aç kalırsın veya onların yanında, onların istediği şekilde çalışırsın. Kaç para alacağına, hangi görevi yapacağına, ne zaman terfi alacağına, saat kaçta işe gelip kaçta çıkacağına, yılda kaç gün tatil yapacağına ve ne zaman yapacağına onlar karar verir.
Senin kendine ait bir hayatın var gibi görünür ama aslında yoktur. Her günün, araya kopya kağıdı konulmuş gibi birbirine benzer. Kendine ait olduğunu sandığın iş dışındaki zamanında ise yaptığın şey aslında seni diğer iş gününe hazırlayan ve bir sonraki gün yine en iyi şekilde çalışmanı sağlamaya yönelik olan uyku, yemek, akşamları biraz dinlenmekten ibarettir. Sana bırakılan iş dışı zaman bile, aslında senin iş yerindeki verimliliğini artırmak üzere programlanmıştır.
Patronunun ise işe istediği saatte gelmek gibi bir lüksü vardır. Sen itiş kakış yer bulabildiğin belediye otobüsü ile, o ise lüks aracıyla gelir. O istediği saatte gelir istediği saatte çıkar. İsterse hiç gelmez. İstediği zaman tatiline gider. Lüks çalışma odasında kendisiyle görüşme mertebesinde bulduğu diğer işadamı veya yöneticilerle oturup konuşur. Toplantı adını verdiği bu işle vakit geçer, güya çalışır. O sana, sen diye seslenir, siz ona siz demek zorundasınızdır. Karşısına çıktığınızda önünüzü iliklersiniz. Otur demeden oturamazsınız. Hatta o kunuşmaya başlamadan konuşamazsınız. O sorar siz cevaplarsınız. Çoğunlukla sizi kendisi bile çağırmaz, sekreteri çağırır siz gidersiniz. Buyrun beni çağırmışsınız efendim dersiniz. Çünkü o efendidir. Eğer çok büyük bir firmadaysanız patronla hiç konuşmamışlığınız bile vardır. Eğer konuştuysanız mutlu olursunuz o üstün insanla konuşabildiğinize, çünkü sizinle konuşma lütfunda bulunmuştur.
Yıllarınızı verir canla başla çalışırsınız. Yaşınız 40 olur 50 olur, sonra bir bakmışsınız ki patron bir yakınını sizin üstünüze müdür veya genel müdür yapmış. Kendinizden 10-15 yaş küçük bu adama da efendim demeye ve önünüzü iliklemeye başlarsınız. Onlar ne derse o olur.
Düzene Uymak, Düzenden Çıkmak
Kölelik devrinde insanlar, ürettiklerinin tamamını efendilerine veriyorlar, kendileri ise sadece ölmeyecek kadarını alıyordu. Serf´lik zamanında biraz daha iyileşti. Serfler, toprağı efendileri için işliyor, ürettikleri üzerinden kendilerinin ve ailelerinin geçimini sağlayacak kadar ürünü alıyor, geri kalan artı ürünü efendilerine bırakıyorlardı. Bugün geldiğimiz noktada ise işçiler kendi ürettikleri üzerinden elde ettikleri gelirden ücret adı altında bir pay alırlar ve fazla değeri kapitaliste bırakırlar.
Bir işletme personel alacağı zaman hemen o personel için gelir-gider hesabı yapar. O adama ödenecek olan ücret, o adamdan gelecek olan getiriye göre daha düşük ise o zaman o pozisyona birisi alınır. Anlamadınız mı? Şöyle söyleyeyim, eğer çalışan, kendi maliyetinden daha fazla bir değer ortaya çıkarabilecek ise o zaman işe alınır. Yani içinde bulunduğumuz düzende de çalışanlar yani işçiler, kendi ücretlerinden daha fazla bir değer ortaya çıkarmak ve bu değeri de efendilerine, pardon patronlarına vermek zorundadır. Eğer bu artı değer oluşmuyorsa o zaman işten çıkartılırlar. En başarılı şirketler ve patronlar, binlerce hatta on binlerce kişiyi bu şekilde kendileri için artı değer oluşturacak şekilde çalıştırmayı becerebilenlerdir.
Şimdi gelelim bu düzenden çıkmaya. Birincisi, daha insani şartlarda çalışmak için, kapitalistin ihtiyacı olan yönetici sınıfında yer alırsın. Kapitalistler çalışanlarını ayırırlar. Mavi yakalılar, beyaz yakalılar diye. Senin ismin cismin çok önemli değildir. Onun için bir mavi yakalı veya beyaz yakalı gibi bir anlam ifade edersin. Beyaz yakalı olduğunda kendini bir mok sanarsın. Ne de olsa onca yıl okumuş veya tecrübe edinmişsindir. Eğer mavi yakalıdan beyaza geçiş yaptıysan, büyük bir ihtimalle, diğer mavi yakaların üzerine basmış, açığını bulmuş, patrona daha fazla yalakalık yapmış ve bu sayede terfi etmişsindir. Veya şu olmuştur, muhtemelen daha üst pozisyona alınırsan daha fazla artı değer kazandıracağın için patronun tarafından daha insani şartlar ve ücretle çalışmaya layık görülerek terfi ettirilmişsindir.
Düzenden Çıkmak İçin Girişimci Olmak
Evet bu düzenden çıkmak diyorduk.
Eski kölelik düzeninde bir kölenin iki şansı vardı. Ya efendisi tarafından azad edilecek veya kaçacak. Efendilerinin düzenini korumak için yine efendiler tarafından konulan kurallar gereği ise kaçan köle yakalanırsa idam edilirdi. Hatta kendisi kaçar ailesi kalır ise ailesi infaz edilerek kölenin kaçması engellenirdi. Feodalizm´de durum benzerdir. Bugünkü durumda ise işçi, efendisi olan kapitalistlerin kurduğu bu düzende ve kurallar dahilinde efendisinden ayrılmak ve bir başka efendinin yanında çalışmak hakkına sahip olmuştur. Yani iş değiştirirsin de bir başka firmada bir başka patrona çalışmaya başlarsın. Sonuçta aynı düzen içindesindir.
Hayır ben bunu yapmayacağım, kendi hayatımın ipleri benim elimde olacak, kimsenin boyunduruğunda olmayacağım, kimsenin karşısında önümü iliklemeyeceğim, bana sen diye hitap edenlere siz diye hitap etmek zorunda kalmayacağım, o gün istersem saat 10 da işe gideceğim, o saatte çalışmak istemiyorsam çalışmam ama istersem gecenin bir vaktinde bile kalkıp çalışabilirim, istediğim işi yapacağım, bana dayatılan işi değil hayal ettiğim ve heyecan duyacağım işleri yapacağım, hangi saatler arasında çalışacağıma, hangi işi yapacağıma, ne zaman tatile gideceğime ben karar vereceğim. Kısaca ÖZGÜR OLACAĞIM diyorsan o zaman bu düzende sana kalan sadece ve sadece girişimci olman, kendi işini kurup onlarla mücadeleye başlamandır. Ve galip gelirsen işte o zaman bu hayallerine kavuşursun. Ama bunu yapmak o kadar kolay değildir. Çünkü bu kapitalist düzen, senin işçi olarak kalmanı ister. Eğitim sistemimiz bile girişimci değil memur yetiştirmek üzerine kurulmuştur. Hatta şimdilerde meslek okullarına ağırlık verilerek kapitalistlere işçi yetiştirmek üzere daha çocukluktan insanların işçi olarak yetişmesini sağlamak amaçlanmaktadır. Çünkü düzen, birilerinin kendi alacağından daha fazla artı değer yaratması ve bu artı değeri de patronlara bırakması üzerine kuruludur. Bu nedenle senin o sınıftan çıkıp patronlar sınıfına dahil olman teorik olarak mümkün olsa da pratikte karşına bin bir zorluk çıkacaktır. İş yapacağın piyasada muhtemelen senden çok daha güçlü rakiplerin olacaktır ve sen eğer sıfırdan başlıyorsan genç arkadaşım, önünde çok zorlu bir yol vardır. Sana gül bahçesi vaad etmiyorum. İşinin kolay olacağını düşünüyorsan yanılıyorsun. Hatta çoğunlukla artık yeter, bir yere girip çalışayım diyeceksin. Yani düzene boyun eğeceksin. Ama pes etme. Düşersen dert etme, kalkmasını bil. Düştüğünde yanında kimse kalmayacak. Sana "dayan diyen iradenden başka bir dostun kalmadığında" bil ki yalnız değilsin. Allah (C.C.) doğru yoldaki kulunu yalnız bırakmaz. Eğer çalışkansan, eğer doğru ve dürüstsen işine gücüne dört elle sarıl ve bol bol dua et. İnsan bir dost ben varım. İstersen bana yaz.
Sözün sonu. Kapitalistler, eğer bu evrimin tüm piyasaların büyüklerin ellerine geçtiği bir dünya düzeninde son bulacağını düşünüyorlarsa çok büyük yanılgı içindeler. Hiçbir düzen, bir takım insanların sefahat diğerlerinin sefalet içinde yaşadığı bir şekilde devam etmemiştir. Fransız devriminde, ayaklanan fakir halkın düzeni ele geçirmesi ve soyluların kellelerinin giyotinlerde yuvarlanması tarihi bir derstir. Eğer siz, küçükleri bu şekilde yok etmeye başlarsanız yakın gelecekte yağmalanan hipermarketleri görmemiz çok şaşırtıcı olmayacaktır. Hatta dikkat edin de gelecekte yuvarlanan kelleler büyük iş adamlarının olmasın.
Bugün dünya, kapitalistler de içinde olmak üzere daha insani bir kapitalizmi arıyor. Bunun üzerine kafa yoruyor. Çünkü bu gidişatın kendileri için iyi olmayacağının onlarda farkında. Darısı bizim büyük başlara.